23 Aralık 2013 Pazartesi

GÖĞE BAKMA DURAĞI


İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları  da
Göğe bakalım

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi aferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi 
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat 
Durma göğe bakalım 

TURGUT UYAR

2 Kasım 2013 Cumartesi

Susmalara hapsettim kendimi. Konuşursam can yakacaktım.
Konuşmazsam canım yanacaktı
Şimdi karanlıktayım ve haykıra haykıra susuyorum
Tepki vermiyorum sadece.. hıçkıra hıçkıra susuyorum
Sustum ve sana havale ettim RABBİM. Bilirim ki
Sen her şeyin en iyisini bilensin ...

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Bir insan başka bir insana
Sukunetten, huzurdan daha değerli ne verebilir?
Bir insan, başka bir insana huzur verecekse
-Tebessüm etmelidir.. 

-MUSTAFA ULUSOY-

14 Nisan 2013 Pazar

"Söylesene" diyorum, "neden insanlar,
bilhassa kadınlar kimi zaman ansızın melankoliğe yakalanırlar?

Biyolojik mi bunun sebebi?

Kültürel mi?

Mistik mi?

Ekonomik mi?

Hormonlarımız mı bunu yapan? 


Toplumsal koşullanmışlıklarımız mı?

Nedir ansısızın kadınlara gelen hüzün dalgalarının sebebi?"

Diyor ki bana: "Erkek genellikle güneş gibidir.
Ya batar ya çıkar. İktidar peşinde,
ya kazanır ya tepetaklak yuvarlanır.
Net, berrak, sade ve yalın.

kadın ise ayın halleri gibidir.
Parlarken bile bir yanı karanlıkta kalır.
En görünür olduğu zamanlarda bile bir parçası bulutların ardında...
kadın muammadır."

20 Mart 2013 Çarşamba

Çanakkale Şehitlerine


Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
 
Mehmet Akif Ersoy

15 Mart 2013 Cuma

Susmak ne güzeldir!
Muhatap Ârif ise; Edep
Aşık ise; İfade
Ahmaksa; Cevap..

-SERDAR TUNCER-

8 Şubat 2013 Cuma

Kendine karşı dürüst olmayı unutma. Nasıl? Üç şeyi hatırlamak gerekiyor!

Bir, ne olman gerektiğini sana söyleyenleri asla dinleme: kendi iç sesini dinle, sen nasıl olmak istiyorsun? Yoksa hayatın harcanır gider.

İki, maske kullanma - bedeli ne olursa olsun dürüst kal. Öfkeliysen öfkeli ol. Öfkesini bastıran insanın bedeninde blokajlar oluşur. Öfke iki noktadan, tırnak ve dişlerden boşaltılır. Uzun süre öfkesini bastıran insanlar daha çok yer, daha fazla sigara içer, daha fazla konuşurlar; çünkü bir şekilde enerjiyi birazcık boşaltabilmek için çenelerinin çalışması gerekir. Ve öfkeli insanların elleri çirkinleşir, yamuklaşır. Herhangi bir şeyi bastırırsan bedende o duyguya karşılık gelen yer etkilenir. Ağlamak istemiyorsan gözlerin parlaklığını yitirir, çünkü gözyaşı gereklidir. Unutma, içten gelerek gözyaşı dökemezsen, gülemezsin de çünkü bu diğer uçtur. Gülmek istiyorsan gül, yüksek sesle gülmenin ters bir tarafı yok . 

Üçüncüsü , sahici olmaktır; şimdiki zamana sadık kal, çünkü tüm yalanlar ya geçmişten yada gelecekten içeri sızar. Geçen geçmiştir , üzerinde durma, bunu bir yük gibi taşıma. Gereksiz yere gelecekle uğraşma, yoksa gelecek şimdiki zamanı ele geçirip yok eder ve henüz olmayanlar olmamıştır. Şimdiye sadık kal, işte o zaman sahici olacaksın. Şimdi burada var olmak, sahici olmaktır.
*Osho

1 Şubat 2013 Cuma

Bizi başkaları anlamaz Sevgi. Başkalarının aklı başkadır. Bu yüzden ikimizi hep garip bakışlarla süzmüşlerdir. Şimdi beni de garip, bakışlarla süzenler var. Ben onlara aldırmıyorum. İnsanların beni beğenip beğenmemeleri umurumda değil artık. Ben kendimi tanımakla ilgiliyim.

9 Ocak 2013 Çarşamba

Fotoğraf çekilerken, nedense kendimizi gülümsemek zorunda hissediyoruz.
"Yani aslında ona bile mutluluk oyunu oynuyoruz."